AKŞAM Gazetesi–Siz de Kuddusi OKKIR veya eşi-çocukları olabilirdiniz…Kendinizi bu aile yerine koyun…

17 Temmuz 2008

‘Eşinizi görmek istediğinizden emin misiniz’

Cezaevi cezaevidolaşıp kocasının en son nereye sevk edildiğini arayan, hastane ziyaret günü kovalayan, eşini aylarca ‘depresyonda’ zanneden Sabriye Okkır’a, en son hastane müdürü böyle sormuş

Arka Plan

Hikayeyi hepiniz biliyorsunuz: İşadamı Kuddusi Okkır, Ergenekon soruşturması kapsamında örgütün kasası olduğu iddiasıyla cezaevine girer. Yaklaşık bir yıl kalır.

Girerken yapılı ve sağlıklıdır. Tahliyesinde ise onu kimseler tanıyamaz. Bir deri bir kemik kalmıştır ve sedyededir. Beş gün sonra da vefat eder.

Sonrasını da biliyorsunuz: Cenazesi Yalova’ya taşınır, sessiz sedasız kaldırılır. Cumaya gelen cemaat bile gitmemiştir cenaze namazına.

Peki Okkır bir yıl içinde nasıl bu hale gelmiştir? Ölüm döşeğinde yanı başında bekleyen eşi hastalığı sürecinde nerede beklemiştir? Kimdir Okkır ailesi? Ve ‘Ergenekon öncesi’ nasıl bir hayatları vardır?..

Bu soruların cevabını okuyacaksınız bu röportajda. Geçtiğimiz cuma günü Sabriye Okkır, İstanbul Caddebostan’da, ‘eski hayatında çok sevdiği’ küçük bir cafede anlattı, artık kendisinin bile inanmak istemediği öyküsünü. Ayakta durmak için kuvvetli ilaçlar alıyordu ve ‘Ben robotik konuşuyorum artık’ diyordu.

Lütfen bu öyküyü Ergenekon, terör, suçlu gibi kavramları bir kenara kaldırarak okuyunuz. Kim olursa olsun bir insanın yaşam hakkı üzerine düşünerek değerlendiriniz. Öyle yaparsanız göreceksiniz ki kamplara bölünmüş ülkemizde birbirimizi suçlamaktan ortak kokuşmuşlukları göremez olmuşuz.

Bu hikayeden hepimiz sorumluyuz ve çok utanmalıyız!


  • Eşiniz cezaevinde akciğer kanseri beynine ilerlediği için vefat etti. Girerken sağlıklı mıydı?

    Evet, ne kalp ne şeker hiçbir şeyi yoktu. 60 yaşında olmasına rağmen tansiyon sorunu bile yoktu.


  • Sigara kullanıyor muydu?

    Hayır, hiç. Bir eve bir baca yeter derdi (Sabriye Hanım çok sigara içiyor). Benim için de üzüntü duyardı.

    t Sağlığının bozulduğuna dair ilk belirtileri ne zaman gördünüz?

    Her hafta ziyaretine gidiyordum. Mart başında ani kilo kaybı başladı.

    CEZAEVİNDE YAZDIĞI KİTAP ELİMİZDE


  • Oradaki fiziki şartlardan şikayet ediyor muydu?

    Hayır, eşim boğazına çok düşkündü. Yemek seçmezdi. Biz haftada iki gün balık yiyen bir aileydik. Bize ‘Siz balık sisteminizi aksatmayın, ben de burada bir formül buldum. Kendime ton balığı alıyorum’ diyordu. Kendini kısa süreli orada görüyordu. Cezaevindeki zamanı da değerlendirmek istiyordu. İçeride kitap yazdı.


  • Nerede şimdi o kitap?

    Dün elimize geçti (perşembe). Sanıyorum felsefe üzerine.


  • Orada yaşadıkları üzerine de yazmış mı?

    Defterleri henüz göremedim. Oğlumdalar. Ama yaşadıklarını kaleme geçirecekti. ‘Başlık atıyorum, sonra yazacağım’ diyordu.


  • Siz çalışıyor musunuz?

    Emekliyim. İstanbul İktisat Fakültesi mezunuyum. 10 yıl özel bir şirketin finansmanını yürüttüm sonra emekli oldum.


  • Oğlunuz?

    St. Benoit Lisesi’nin ardından Yıldız Teknik Üniversitesi’nde gemi inşaat mühendisliği okudu. Fransa’da master yaptı. Şimdi İstanbul’da.


  • Aile işlerinizle mi ilgileniyor?

    Hayır, o kendi işleriyle ilgileniyor. Zaten askerden geleli çok olmadı. Babası tutuklandığında askerdeydi. Ekimde bitti görevi.


  • Eşinizin işlerine ne olacak bundan sonra?

    Ben işler konusunda hiçbir şey bilmem. Şirket durumuna sonra bakacağız. Daha oraya gelemedik.


  • Eşiniz için örgütün kasası iddiası vardı borçlu olduğunuz ortaya çıktı.

    Çok borçlu olduğumuzu söylüyorlar, doğru değil. Ödeyemediği

    Bağ-Kur primleri vardı eşimin. Onları taksitlendirmişti. Tutuklanmasından sonra biz onları ödeyemedik.


  • Eşiniz tutuklanmadan önce maddi durumunuz nasıldı?

    Herkes gibi kendi yağıyla kavrulan bir aileydik. Evimiz, arabamız yoktu.

    EŞİMDE PARA KAVRAMI YOKTU


  • Nasıl bir aileydiniz? Mutlu mu, geçimsiz mi?

    İnsanları çok seven bir aileydik. Biz fazla gidecek durumda olmazdık ama hep bize gelinsin isterdik. Eşim sürekli düşünce üretirdi. (Gözleri parlıyor anlatırken) Kendisinde hiç para kavramı yoktu. Hiçbir şeyi para için yapmazdı. Aslında matematik hocasıdır. Eskiden özel ders verirdi ama zengin ve hiçbir şeyden anlamayan çocuklardan sıkıldı, bıraktı. Bu işten büyük paralar kazanmasına rağmen.


  • Kaç yıl evli kaldınız?

    33 yıl. Ve o 33 yıl boyunca hep çok güzel bir diyaloğumuz oldu. Sırt sırta vermiştik. Birbirimize çok güvenirdik. Hep saygılıydık.


  • Oğlunuz? Onunla da iyi anlaşır mısınız?

    Çok. Oğlum belli etmemeye çalışsa da bana çok düşkündür.


  • Birlikte mi yaşıyorsunuz?

    Hayır, o İstanbul’da arkadaşlarıyla yaşıyor. Ben bu süreçte Yalova’ya taşındım biliyorsunuz.


  • Neden taşındınız?

    Maddi koşullar. Yalova’nın dışında bir tanıdığın boş duran bir evi vardı. Oraya geçtim. (Deprem konutlarını kastediyor.) Annem de Yalova’da. Alzheimer hastası. 12 yıl ona baktım. Sonra sinirlerim çok bozuldu, yanına bir bakıcı bulduk. Ona da daha yakın oldum böylece.







    Kuddusi Okkır’ı nasıl öldürdüler

    Eşim olduğunu bilmesem dönüp bakmazdım. Köşede, yerden dört parmak yükseklikte bir sedyede yatıyor. 20 yıl yaşlanmış. Çığlık atmamak için kendimi tuttum, yanımda oğlum var

    HER ŞEY MARTTA BAŞLADI

    Martta ani bir kilo kaybı ve şiddetli kusmalar başladı. Kusma olunca ben mide üzerinde durdum. Cezaevi onu o sıra Tekirdağ Devlet Hastanesi’ne götürüyordu. Tedavi ediliyor diye çok fazla bir şey yapmadım. Sonra hareketleri yavaşlamaya başladı. En son açık yürüyüşünü 30 Mart’ta yaptık. Hareketleri epey ağırlaşmıştı. Nisan başındaki 10 dakikalık telefon görüşmemizde tek bir cümle kurabildi: ‘Ben iyiyim.’ O halinde bile iyi olduğunu söylüyor, bize moral veriyordu.

    DEPRESYONDUR DEDİLER

    KonuŞma güçlüğü çektiği için olayı depresyona bağladılar. Biz de inandık, çünkü sağlığı ve tedaviler hakkında bize en ufak bir bilgi verilmiyordu. Yalnızca cezaevi psikologlarından alıyorduk haberleri.

    HASTANE PEŞİNDE

    Bİr gün aradık ve Bakırköy Devlet Hastanesi’ne götürüldüğünü söylediler. Bize bu konuda bilgi vermemişlerdi. Bakırköy’ü aradım. ‘Ziyaret günü perşembe’ dediler. Perşembeyi bekledik, gittik. Fakat gittiğimizde eşimi orada bulamadık. Bayrampaşa’ya sevk edilmişti. ‘Ciğerlerinin rahatsızlığı yüzünden’ dendi. Bayrampaşa’ya gittik. Orada da ziyaretin çarşamba günü olduğunu söylediler. Bunun üzerine savcıya dilekçe yazdım, iki saat bekletip dilekçeme ret cevabı verdiler.

    AVUKAT DA İLGİLENMEDİ

    Çarşamba günü tekrar gittik Bayrampaşa’ya. Bu defa Haseki’de olduğu söylendi. Haseki’yi aradım, dışarı bilgi verilmez dendi. Gelip göreyim dedim, ‘Olmaz tutuklu’ dediler. Sonra Yedikule’ye gönderdiklerini söylediler. Bu üç hafta böyle sürdü. Yalova’dan bir avukat tutmuştum, Celal Şen isminde. O da pek ilgilenmedi.

    ASTSUBAY PANİK İÇİNDE

    Bu arada mayıs başı oldu. Biz cezaevi müdürlüğünden hastanın rahatsızlığı konusunda raporları talep ettik. Raporların hazır olduğu söylendi.

    7 Mayıs’ta raporları almak için Bayrampaşa’ya gittik. Hastane ikinci müdürünün odasında otururken içeri aniden bir jandarma astsubayı girdi. Panik içindeydi ve hastayı ne yapacaklarını soruyordu. Bunun üzerine ben eşimi görmek istediğimi söyledim. ‘Kolay, gösteririz ama siz görmek istediğinizden emin misiniz?’ dediler.

    BABACIĞIM, SENİ BULDUK!

    O soru üzerine oğlum ayağa fırladı ve ‘Her şartta görmek istiyoruz’ dedi. Bunun üzerine aşağı telefon edip ‘Tutuklu hastayı koridora getirin’ dediler. Koridora geleceğini bilmesem eşim diye dönüp bakmazdım. Köşede, yerden dört parmak yükseklikte bir yer sedyesinde yatıyordu. Saçları ve bıyıkları kazınmış, en az 20 kilo zayıflamış, en az 20 yıl yaşlanmıştı. Bilinci yarı açıktı. Oğlum babasını görünce eğildi, kulağına haykırmaya başladı: “Babacım bak, biz seni bulduk. Gerekeni yapacağız! Kurtulacaksın!” Ben tabii çığlık atmamak için kendimi zor tutuyorum, yanımda oğlum var.

    KENDİNE Mİ ZARAR VERDİN

    O Şekilde çıktık oradan. Raporları alarak Cumhuriyet Savcılığı’na götürdük. Ertesi gün yine cezaevine gittim ve eşimin yanında kalmak istediğimi söyledim. ‘Mahkumun böyle bir hakkı olamaz’ dediler. Sonra eşimi orada görmem için tekrar getirdiler. Bu arada ben hâlâ majör depresyonda sanıyorum. ‘Ben 33 senede sana bu kadar zarar veremedim. Sen kendine nasıl bu kadar zarar verdin?’ dedim.

    SEVK ÜSTÜNE SEVK

    Sonra eşimi Bayrampaşa Devlet Hastanesi’ne götürdüler. Oraya gittim. Başhekim bana elinin tersini göstererek ‘Biz onu iade ettik’ dedi. O halde Tekirdağ Cezaevi’ne göndermişler. Cezaevi kabul etmemiş, Tekirdağ Devlet Hastanesi’ne göndermiş. Orayı aradım, ‘Bize geldi ama çok ağırdı, Edirne Üniversite Hastanesi’ne sevk ettik’ dediler.

    VE NİHAYET TEŞHİS

    Edirne’yi aradım. Hastabakıcı bana ‘Eşiniz geldiğinde ateşler ve kusmuk içindeydi’ dedi. Edirne’de bana savcılıktan izin alırsam eşimi görebileceğimi hatta yanında kalabileceğimi söylediler. Bayrampaşa bundan hiç bahsetmemişti! Sonunda kocamın yanına refakate gittim. Ciğerleri tamamen su toplamış, bilinci kapanmıştı. Ultrason ve MR çekilince durum ortaya çıktı: Kanser ciğerlerinden kemik iliklerine oradan da beynine yayılmıştı. Beyni urlarla kaplıydı. 4’üncü aşamadaydı. Yapılacak fazla bir şey yoktu. Gerisini zaten biliyorsunuz…







    CHP’den derin suçlama

    MECLİS İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda ‘Kuddusi Okkır kavgası’ tırmanıyor. CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin, Okkır olayını henüz gündemine almayan komisyona sert suçlamalarda bulundu. Okkır olayının çok ciddi bir konu olduğunu, ortada “insan hakkı ve yaşam hakkı” ihlali bulunduğunu belirten Ersin, “Komisyon ne iş yapar? Zaman zaman bu komisyonun AKP’nin derin devletinin uzantısı olduğunu düşünüyorum. Bu komisyon ya bu konuyla ilgilenmeli ya da lağvedilmeli” dedi.

    Bu hafta yapılması beklenen toplantıda Okkır olayıyla ilgili alt komisyon kurulmaması halinde Meclis araştırma önergesi vereceklerini kaydeden Ersin, Komisyon Başkanı Zafer Üskül’ün tavrını bir kez daha Meclis Başkanı’na şikayet edeceğini de bildirdi.

    Nagehan ALÇI